21. Yüzyıl Müziği Üçüncü Bölüm : Özgür Müzik, Debussy ve Stravinsky
- Barış Dağhan
- Jul 30, 2021
- 7 min read
Giriş
Bir önceki yazıda 19. yüzyılın son dönemlerinden başlayarak dünyanın içerisinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve kültürel duruma yakından baktık ve farklı disiplinlerde ortaya çıkan sürrealizm, fütürizm gibi akımları inceleyerek asıl konumuz olan 21. yüzyıl müziğinin şekillenmesinde rol oynayan faktörleri anlamaya çalıştık. Şimdi ise yine benzer dönemlerden başlayarak müzikal bir inceleme yapacağız.
4
1900'lü yılların başında dönemin önemli sanatsal başkentleri diyebileceğimiz iki şehir vardı : Paris ve Viyana. Özellikle Paris, birçok disiplinden sanatsal aktivitenin oldukça yoğun olduğu bir bölgeydi. Debussy, Stravinsky henüz buraya yerleşmeden kendine özgü müzikal dilini kullanarak yeni bir tarz yaratmaya başlamıştı bile. Müziği, devrimsel diyemeyeceğimiz tonal dilin içerisinde Wagner'in yoğun öznelliğine ve dönemin akademik kompozisyon diline karşıt bir yapıdaydı. Debussy'nin eserlerini daha geniş ölçüde kavramaya başladıkça, kendisinin müzikal dilin içerisinde keşfettiği yeni yönleri daha iyi görebileceğiz.

Piknikten pek hoşlanmıyormuş gibi görünen Debussy
Bu dönemdeki bir başka önemli gelişme de 1909 yılında ortaya çıkan Sergey Diaghilev'in Rus temelli bale okuluydu. Savaş sırasında yaşadıkları bölünmeye rağmen, Diaghilev'in icraatları dönemin sanatsal zirvesine damgasını vurmayı başarmıştır. Kendisinin ressamların ve müzisyenlerin de dahil olduğu farklı tarzda bir bale anlayışı vardı ve Diaghilev, dekor ve müziğin önemini iyi kavramış bir sanatçıydı. Diaghilev ve okuluyla ilişkili bahsetmemiz gereken önemli besteciler arasında Stravinsky, Debussy, Satie, Milhaud, Derain, Matisse, Prokofiev, Braque, Gris, Utrillo, Miro ve Chirico vardır.

Sergei Diaghilev portresi
Saydığım besteciler arasında, en baskın olan figür Stravinsky'dir. Oldukça çok yönlü olan Stravinsky 'Firebird', 'Petrushka' ve ' Rite of Spring' eserleri ile otuzlu yaşlarında büyük bir üne kavuşmuştur. Kendisinin 'Rus Dönemi'nden bahsetmek gerekirse, Stravinsky'nin memleketi ile olan bağları henüz kopmuş değildir. Bu bağlar ancak 1917'deki Rus devriminden sonra zayıflayacak ve Stravinsky'nin özellikle Latin müziğini benimsemesi ile tamamen varlığını yitireceklerdir. Ayrıca kendisi belki de en 'Rus' eseri olan 'The Wedding'i devrim yılında yazmıştır. Bu eserde koro ve soloistlere eşlik eden dört piyano ve perküsyon ile ritmik bir temele inşa edilmiş bir form karşımıza çıkar ve bu açıdan Rite of Spring'den ayrılır. Buna rağmen iki eserin barındırdığı benzerlikler daha fazla diyebiliriz. Bu benzerlikler form konusunda karşımıza çıkar : gelişme olmadan birbirinin içerisine geçen küçük formüller ve benzer yapıdaki melodik karakter. Bu noktada Stravinsky'nin önemli karaktersitik özellliklerinden bahsetmekte fayda vardır, özellikle kendisinde bulunan spekülatif bakış açısından. Ayrıca Stravinsky ilhamı karşılaştığı problemlere bulduğu çözümlerden alır. Geri kalanında, 'The Wedding'deki folklorik element önceki eserlerinden daha stilistik bir halde karşımıza çıkar ve bu eser daha ağır başlı bir yaklaşım ile yazılan Stravinsky eserlerinin ilk örneklerindendir. Daha sonraları özellikle 'The Soldier's Tale'deki heterojen yapıdaki orkestrasyon, bahsettiğim ağır başlı yaklaşımın önemli örneklerindendir. Ayrıca caz müziği etkileri de Stravinsky'deki Batı'ya yönelimi iyi açıklayan etkenlerden biridir.

Viski içen Stravinsky
Pulcinella balesini Stravinsky'nin neo-klasik periyodunun başlangıcı olarak varsaymak alışılmış olsa da, bu varsayımlar pek de yerinde değildir. Burada daha çok Pergolesi'den alınan materyallerin adapte edilmesi söz konusudur. Özellikle eserin enstrümantasyonunda Stravinsky'nin erken neo-klasisizminin karakteristik özellikleri pek görülmemektedir.
Diğer taraftan 'Symphonies of Wind Instruments' eserinde farklı bir durum söz konusudur. Bana kalırsa bu senfoni Stravinsky'nin en önemli eserlerinden biridir. Eserde kişisel duyguların ötesinde sanki daha üstün bir varlık yansıtılmaya çalışılıyormuş gibidir. Sarhoş hisler ya da şaşkınlık yoktur, 'tamamlanmış' insanın şiddetli ve berrak sesi hakimdir. Yani Stravinsky'nin durumunda ayin yapmak ile meşgul olan insan. Hayatı karşı bu tavıra rağmen Stravinsky, ilk büyük romantik-karşıtı olmuştur ve neo-klasizm'i de onun berraklık ve denge arayışından ileri gelir. Tıpkı hayranlık beslediği romantik dönem sonrası besteciler gibi.

Bir akşam yemeğinde pek eğlenmeyen Stravinsky
Önceki yazılarımda da değindiğim bir diğer ikinci önemli başkent olan Viyana, bize oldukça farklı bir tablo sunmaktadır. Buradaki konservatif etkiler çok daha güçlüdür ve Paris sanat çevresinde hakim olan iyimser hava yerine Viyana'da orta Avrupa ekspresyonizminin gergin ortamı hakimdir. Dahası, Viyana'da yakında gerçekleşecek olan devrimi önceden hazırlayacak bir 'Debussy' figürüne rastlamamaktayız. Bu nedenle geç-romantikler nesli aniden Schoenberg ve en önemli iki öğrencisi Berg ve Webern ile başlamış bulunmaktadır. Bu neslin ekspresyonist sanatı kesinlikle en az Stravinsky'nin sanatı kadar ateşli ve kesinlikle ondan daha heyecan doluydu. Fakat Stravinsky kadar üne kavuşmamışlardır. Büyük Viyana şehrinde Schöenberg ve çağdaşları izole durumda kalmışlar ve müzikleri ancak yaklaşık kırk yıl sonra geniş çaplı bir dikkat çekebilmiştir.

Büyük bir hırsla masa tenisi oynayan Schöenberg
Bahsetmeden geçemeyeceğim bir önemli figür de Viyana ve Paris'ten uzakta olan Bela Bartok'tur. Bu yüzden Bartok'un etkisi, yaşadığı dönemde kolayca görmezden gelinebilir durumdaydı. Tıpkı Ives, Janacek ve hatta Varese gibi.

Düşünceli Bartok
Bartok için de geç-romantik Alman bestecilerinin en önemli ilham kaynakları olduklarını söyleyebiliriz. Fakat 1905'te Paris'e yaptığı bir gezi, Debussy ve Ravel'in müziğiyle tanışmasını sağlamıştır. Bu dönem, Bartok'un kendi ülkesinin folklörüyle ilgili olduğu döneme denk gelmektedir (Macaristan). Bartok'un 'Birinci Yaylı Dörtlüsü'nde geç romantizmin etkili olduğu görülse de, Debussy ve folklorik elementler onun gelişimindeki asıl belirleyici faktörler olacaklardır. Debussy'den etkilenme, stilsel elementlerin benimsenmesinden ziyade ilham alma gibidir. Diğer taraftan zaman geçtikçe Bartok'un müziğinin folklör elementleri daha çok benimsemeye başladığını görmekteyiz. Burada ortaya çıkan sonuç, folk müziğe pek benziyor gibi görünmese de, melodik ve ritmik elementlere bakılarak kesinlikle bir benzerlik bulmak mümkündür. Bartok bir romantik olarak kalmıştır ve onun getirdiği yenilikler ekspresyonun romantik anlamlarının bir gelişimi gibi görülebilir. Kendisi Schoenberg kadar ileri gitmemiş olsa da ekspresyonizm, Bartok eserlerinde her zaman varlığını sürdürmüştür. Bu özellikle 'Bluebeard's Castle', 'The Miracilous Mandarin' ve 'Dördüncü Yaylı Dörtlüsü'nün ilk bölümünde görülebilir. Özellikle bu eserlerde kromatizm geçici olarak temel diyatonik yapıyı domine eder. Fakat aynı zamanda bu eserlerde, daha sonraları Bartok müziğinde daha da önem kazanacak olan kontrpuantal yapı dikkat çeker. Ek olarak özellikle imitasyon tekniği de birçok farklı yöntemlerde kullanılarak karşımıza çıkar, diğer partilerin bir varyasyonu gerçekleşmeden karşımıza yeni bir motif çıkması pek olası bir durum değildir. Canon ve fügler de o dönemdeki Bartok müziğinin kuvvetle motivik olmasından dolayı nadiren karşımıza çıkar. Bu noktada Bartok'un şu önemli cümlelerini anlayabiliriz artık : 'Debussy akorların kullanımına yeni bir boyut kazandırmıştı. O en az Beethoven ve Bach kadar önemliydi.'
Geniş bir çerçevede, üç önemli figür olan Bartok, Schöenberg ve Stravinsky'nin müziğinin 20. yüzyılın ilk çeyreğinde nasıl gelişmiş olduklarını görmüş olduk. Birçok farka rağmen, aralarında modern sanatçının sahip olduğu çarpıcı bir benzerlik vardır. Kaşif olma. Avrupa sanat müziğine basit, ilkel elementleri entegre eden Stravinsky, gergin ve işkenceli zamanın ekspresyonist sanatçısı Schoenberg ve müziğin kaynağına nostaljik bir özlem duyan ve bunu folklörde yeniden keşfetmeyi amaçlayan Bartok.
5
Aşağıda sunacağım incelemede, yukarıda açıklamaya çalıştığım bestecilerin ve çağdaşlarının dahil olduğu bir önemli eserler tablosu karşınıza çıkacak. Kişisel farklılıklara rağmen, aynı anda gerçekleşen bazı paralel etkinlikler görülmektedir.
Birinci Dönem (Yaklaşık 1908-1925 arası)
(a) Yaklaşık 1908-1914. Yeni fikirlerin daha önce görülmemiş bir şekilde farklı yerlerde ortaya çıktığı bir dönemdir.
1908 Schoenberg, Three Piano Pieces op. 11, Five Orchestral Pieces op.16
1909 Schoenberg, Erwartung
Webern, Five Movements for String Quartet op. 5
1910 Berg, String Quartet op. 3
Bartok, Allegro barbaro
1911 Stravinsky, Petrushka
Schoenberg, Herzgewachse
Bartok, Bluebeard's Castle
1912 Schoenberg, Pierrot Lunaire
Stravinsky, The Rite of Spring
1913 Webern, Six Bagatelles for string quartet op. 9, Five Orchestral Pieces op. 10
(b) Yaklaşık 1918-1925 Arası. 1.Dünya Savaşı öncesindekine benzer bir şekilde canlılık ve yenilikçi eğilimler hakimdir. Viyana'daki ekspresyonizmin zirveye ulaştığı bir dönemdir. 1923'te Schoenberg'in ortaya attığı 12-ton tekniği ortaya çıkar. Hindemith ve daha sonra Bartok ile Barok kontrpuanına bir geri dönüş yaşanır. 1918'lerden başlayarak Avrupa'da ilk defa caz müziği ortaya çıkar. Endüstriyel tekniklerin etkisi ile yeni bir gerçeklik anlayışı görülmektedir. İlişkili fakat daha radikal olan Edgard Varese, bahsedilmesi gereken önemli bir figürdür.

Bir akşam yemeğinde üzgün görünen Varèse
1916 Satie, Parade
1917 Prokofiev, 'Classical' Symphony
Stravinsky, The Wedding
1918 Stravinsky, The Soldier's Tale
1919 Stravinsky, Pulcinella
Milhaud, Le Boeuf sur le Toit
Poulenc, Le Bestiaire
Bartok, The Miracilous Mandarin
1920 Stravinsky, Symphonies of Wind Instruments
1921 Berg, Wozzeck
Honegger, Leo Roi David
1922 Hindemith, Suite 1922
De Falla, El Retablo de Maese Pedro
1923 Schöenberg, Five Piano Pieces op. 23
Hindemith, Das Marienleben
Milhaud, La Creation du Monde
Honegger, Pacific 231
Varese, Octandre
1924 Milhaud, L'Orestie
1925 Prokofiev, The Steel Step
1926 Pijper, Third Symphony
1928 Bartok, Fourth String Quartet
Weill, Die Dreigroschenoper
6
''Music was born free, and free will be its destination''. Ferruccio Bussoni'nin bu sözleri için ortaya çıkacak olan yeni müziğin mottosu olacaktı. Bu yeni dönem bağımsız atonalite olacaktır ve bu dönemi ilk duyuran eserlerden biri Schöenberg'in op.11'iydi. Var olan bu yeni kaynaklar keşfetme arzusu birçok yeni olgunun ortaya çıkmasına neden olacaktır. (Schöenberg op.16, Webern op.10'da görülen 'Klangfarbenmelodik', Erwartung'da görülen 'athemacism', Pierrot Lunaire'deki Sprechsang gibi). Ayrıca benim'Schöenberg Üçlüsü' diye adlandırdığım Schöenberg, Webern ve Berg üçlüsünden, Alban Berg daha farklı bir yolda ilerlemeyi seçmiştir ve Webern ile Schöenberg zihinlerinde olan bu yeni müzik fikrinde fikir alışverişine devam etmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası, 1916'da Satie kendi tarzını oluşturmaya başlamıştı bile. Kendisinin besteci olarak çok önemli bir figür olduğunu söyleyemesem de, fikirleri birçok besteciyi etkilemiştir. Satie'nin oldukça tuhaf balesi 'Parade'in dekorları Picasso tarafından yapılmıştı ve Jean Cocteau'nun bir metnine dayanıyordu.

Debussy, Buda ve Satie
Birkaç yıl sonra artık 1920'lere geldiğimiz zaman sınırları kesinlikle belirlenmiş olan iki eğilim karşımıza çıkmaktadır : neo-klasizim ve Les Six grubunun estetik anlayışları. Bu grup aslında bir tesadüf sonucu meydana gelmiştir ve üyeleri Auric, Poulenc, Honegger, Milhaud, Tailleferre ve Durey'den oluşur. Grubun ömrü kısa sürecek ve üyeler kendi yollarına gidecektir. Cocteau'nun bu dönemde ortaya attığı manifestosunda yer alan Le Coq et l’Arlequin –‘Assez de nuages (enough of clouds... what we need is music on earth) sözü, dönemin ruhunu iyi bir şekilde özetler. Cocteau cesurca Beethoven,Wagner ve Debussy'ye meydan okur ve Satie'nin salt basitliğinden, Stravinsky'nin coşkunluğundan ve Bach'ın linearliğinden rahatsızlık duyar. Berraklığı savunurken aynı zamanda sokaktaki, bir sirkteki ya da konser salonundaki müziği de sahiplenir ve bunu gösterişsiz bir şekilde, 'musique sérieuse' (ciddi müzik) kaygısından uzakta gerçekleştirir. Bu yıllar Paris'teki sanatçılar çeşitli gruplar kurma eğiliminde olsalar da, büyük bir çoğunluğu bireysel kalmayı seçmişlerdir.
Bahsetmem gereken bir diğer kavram da ağırlıklı olarak Güney Avrupa ve Fransa'da köklenmiş olan neo-klasisizm'dir. Klasik dönem öncesi bestecilerinin tercihen kaçındıkları bu tarzda berrak ve ılımlı bir yaklaşım görülmektedir. Bu yaklaşım minimal ve heterojen enstrümantasyonlarla karşımıza çıkar. Ayrıca melodik yazım tarzı baskındır.
Ekspresyonizm, açıkladığım bu ilk dönemin ikinci yarısında büyük önem kazanırken zamanla daha olgun bir hal alacaktır. En önemli örnekler için Avusturya'ya bakmamız gerekir. Özellikle de Berg'in 1914'ten 1921'e kadar üzerine çalıştığı operası 'Wozzeck'e. Bu eser de serbest atonal tarzda yazılmıştır ve önceki yazılarımda bahsettiğim geç-romantik dönemin 'floating tonality' olgusundan da izler bulmak mümkündür. Genel bir tabir ile farklı kaynaklar kullanılmış olsa da eser Wagner'in devamı olma niteliğini taşıyor diyebiliriz.
Önceki yazılarımda da bahsettiğim büyük espresyonizm periyodu da zaman içinde miladını dolduracaktır. Schöenberg 'Five Piano Pieces' ile 12-ton tekniğini ortaya atmıştır ve bu da ekpresyonist dönemin sonu anlamına gelmekteydi. Fakat Schöenberg de Berg gibi, Webern'in yöneldiği formal dünyanın aksine bir romantik olarak kalmıştır. 1915 ve 1926 arasında bestelenen Webern bestelerinde ekspresyonist eğilimler görülse de kendisi farklı bir yolda ilerlemeyi tercih etmiştir. Bu yeni yönelimin ilk büyük örneklerinden biri 'Symphony op. 21'dir.
Kapanış
21. Yüzyıl müziği ile ilgili yazılarımın üçüncü bölümünü oluşturan bu yazıda, Debussy'den başlayarak sırasıyla Stravinsky ve Schöenberg'ten bahsederek dönemin sanat başkentleri olan Paris ve Viyana şehirlerini inceledik ve bu şehirlerdeki sanat çevrelerinin farklılıklarına değinmiş olduk. Aynı zamanda neo-klasisizm ve tekrardan ekspresyonizm kavramlarına değindik ve bahsetmiş olduğum sanat çevrelerine yabancı bir figür olan Bartok'tan bahsettik. Belirli tarihsel dönemlere ayırdığım bu yüzyılda ortaya çıkmış, dinlenmesi gereken önemli eserlerden 5.bölümde bahsettim.
Bir sonraki yazıda yaklaşık 1925 ve 1950 yılları arasındaki süreci kapsayan 'İkinci Periyod'a değineceğim ve bu yazıda da bahsettiğim önemli bestecilere ek olarak Messiaen, Orff, Hindemith gibi önemli figürlerin eserlerine yakından bakmış olacağız.
Barış Dağhan
Commenti