top of page
Search

21. Yüzyıl Müziği İkinci Bölüm, Multidisipliner Bir Tarihi Arka Plan

1

On dokuzuncu yüzyıl yalnızca romantizm çağı değil, aynı zamanda büyük bilimsel keşiflerin ve endüstride büyük gelişmelerin yaşandığı bir dönemdi. Bilim ve gelişen endüstri toplumda bazı değişikliklere neden olmuştu. Bir taraftan daha iyi bir dünya hayaliyle iyimser düşünceler artarken, diğer taraftan özellikle endüstriyel gelişmeler sonucu toplumda huzursuzluk ve kargaşa hakimdi. Sözü geçen bu etkenler, on dokuzuncu yüzyılın erken dönemlerinde aktif bir şekilde varlığıını sürdürmekteydiler. Sanki sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiren bu bir takım yeni keşifler dönemi sürerken, diğer taraftan milliyetçi eğilimler ve politik tansiyonlar varlık göstmereye başlamıştı. Yaklaşık 1914'lerde Orta Avrupa'da başlayan bu gerginlik, 1.Dünya Savaşı'na sebep olacaktır. Bu felaketler zinciri, Avrupa'yı söz gelimi harabeye çevirecek ve neredeyse günümüze dek uzanan politik ve ekonomik krizlere sebebiyet verecektir. Birçok devlet kontrollü ekonomi sistemi varlığını gösterecek, Rusya'da 1917'de, İtalya'da 1922'de, Almanya'da 1933'te ve İspanya'da 1936'da ortaya çıkacak olan diktatör rejimleri ortaya çıkacaktır. Aynı zamanda Batı'daki demokratik ülkelerin zayıf ve bölünmüş durumda oldukları görülmektedir. Bununla birlikte Amerika ve Japonya gibi Avrupa dışındaki ülkelerin, Avupra'nın bu çöküş halinden dolayı hızlı bir şekilde gelişmekte olduklarını söyleyebiliriz. Avrupa'daki hızla artan gerginlik ve ülkeler arasındaki kargaşa ortamı, 1.Dünya Savaşı'ndan yaklaşık yirmi yıl sonra 2.Dünya Savaşı'nın çıkmasına sebep olacaktır. Tüm dünyada Oswald Spengler¹'ın dünya tarihi hakkında 1918'lerde yaptığı kötümser tahminlere uyan bir hava vardı. Yaygınlaşan endüstriyel faaliyetler, kaynak arayışına sebep olmuş, bu arayış da neredeyse tüm Afrika ve Asya ülkelerinin kolonileştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Amerika, Rusya ve Çin yeni dünya güçleri haline gelirken, aralarındaki Avrupa'nın 'Asya Yarımadası' yok olma tehlikesiyle karşılaşmıştır. Fakat Avupa birliği'ne yönelik ilk adımların atılmasıyla, dünyanın bu eski ve yıkık halde olan parçasında, her alanda beklenmedik ilerlemeler sonunda yaşanmaya başlayacaktır.

2

Dünya'nın içine girdiği yeni dönemin ilk duyurucuları fütürist'lerdi. Geçmiş artık geçmişte kalmış ve ilerlemek gerekliydi. Marinetti'nin 1909'da tüm insanlığa tüm gücü ile bağırdığı gibi : 'geçmişi yok edin, sadece bunu yaptığınız zaman yeni bir dünya ortaya çıkabilir!'. Çıkış noktası Milan diyebileceğimiz, birçok farklı arka plandan gelen sanatçılar yeni bir dünyayı hayal eden idealist Marinetti'nin etrafında toplandılar. Fikirleri her alanda devrimciydi fakat fütürizm akımı, belki de dünyanın bu sanatçıların ortaya attığı görüşlere hazır olmamasından dolayı, çok uzun bir hayat süremeden etkisini yitirmiştir. Müzik alanında aynı zamanda ressam olan Rossolo, anahtar isimlerden biriydi. Rossolo'da dikkat çeken nokta, makinelere duyulan romantik korkunun aksine, makinelerin kullanımının çıkış noktası olmasıydı. Rossolo, bazen gürültü diyebileceğimiz çeşitli sesler çıkaran yeni enstrümanlar kullanmış ve 'pitch' etkeni olmayan ritim odaklı cihazlar icat etmiştir. Fakat benim görüşüm, genel olarak konuşmak gerekirse, bu ögelerin yaratıcı olarak kullanımı Rossolo'da sağlanabilmiş değildir.

Diğer taraftan ekspresyonizm, ağır bir şekilde sarsılmış olan Alman topraklarında kendisi için uygun olan gelişme ortamını bulmuştur. Stephan George, Rilke, Werfel, Trakl gibi şairler bu toprakların kültürüne 1.Dünya Savaşı öncesinde birçok katkı sağlamışlardır. Pechstein, Nolde, Kirchner ve Kokoschka ekspresyonist ressamlar arasında sayılabilir. Schöenberg ve öğrencileri ise önde gelen besteciler arasındalardır.

Schoenberg'in kökleri, direkt olarak geç-romantik gelenekten gelmekteydi. Bu nedenle müzikte ekspresyonizm, geç-romantisizmin bir devamı olarak algılanabilir. Ya da genel bir tabir ile ekspresyonizm, sınırlarının sonuna kadar genişletilmiş bir öznellik olarak tanımlanabilir. Bu tanımın içerisinde sanatçının kişisel hislerini en ekstrem anlamlarda ifade etmesi eklenebilir. Karakteristik özellik olarak eski sınırlayıcı faktörlerden kurtulma sayılabilir (tonalite).

Aslında öznelliğin sınırlarının genişletilmesi konsepti geç-Alman romantizmine yabancı bir kavram değildir. Fakat aralarında bazı küçük farklar bulunur. Romantik bir sanatçı kendisini, miras almış olduğu bir takım tarihsel olgular ile ifade ederken, ekspresyonist sanatçı yoğun bir şekilde kişisel olan anlamları yakalar ve genellikle bunu geleneğin radikal bir biçimde yıkarak gerçekleştirir. Ekspresyonist, tıpkı fütürist gibi romantik bir hayal dünyasında bulunma halinden nefret eder. O, mevcut durumların bir yorumlayıcısıdır. Burada yatan trajedi, çoğu zaman yanlış anlaşılmadır. Kendi içinde bulunan fazlaca tansiyon ve sanatçının bu tansiyonu ifade ederken kullandığı ekstrem yöntemler, sanatçıyı kırılması güç olan bir izolasyon haline itmektedir.

3

Birinci Dünya Savaşı sırasında ve öncesinde ortaya çıkan akımların çeşitliliği, ikisi de yaklaşık 1917 yılında ortaya çıkmış olan iki akımı inceleyerek daha farklı bir şekilde ifade edilebilir. Bunlar, daha çok edebiyatta etkisi görülen sürrealizm ve ressam Mondriaan'ın etkinlikleri sonucu şekillenen neo-plastisizm'dir. Sürrealizmin öncüsü, savaşın anlamsızlığına karşı bir başkaldırı olarak algılayabileceğimiz dadaizmdir. Burada karşımıza kısa hayatında fütürizme büyük katkılar sağlamış ve 1917 yılında sürrealizm konseptini ortaya atan Fransız şair Apollinaire'dir. Fakat bu konunun bilinen halini şekillendiren, 1924 yılında ilk sürrealist manifestoyu yazan Andre Breton'dur. Breton, sürrealizm hakkında şunları söyler : 'sürrealizm, sanatçının bilinç altındakileri hiçbir kontrol mekanizması olmadan, estetik ve ahlaki ön yargılardan bağımsız bir şekilde anlatmasıdır.' Bunun rasyonel düşünme sistemlerini benimsemeye başlamış olan Batı dünyasına bir eleştiri olduğu açıktır. Bu gelenekte rasyonel düşünme tarzından çok bilinçaltının, başka bir değişle rüya hali ya da halisünasyonun, insan hakkındaki gerçek doğruları ortaya çıkardığı savunulmuştur. Buna örnek olarak otomatik yazımı (s l’écriture automatique) verebiliriz. Yani özetle eserlerin herhangi bir bilinçsel faaliyet sonucu ortaya çıkmadıkları durum.

Christopher Columbus'un Amerika'yı keşfetmesi gibi, sürrealistlerin keşfettiği bu farklı, gerçek dışı gelen dünyanın kökleri, psikoloji çalışmalarının henüz bilinmeyen yönlere olan heyecanlı keşif döneminden gelmektedir. Örneğin Gustav Jung, bu dönemde insanın bilinmeyen kültürlere dahil olan birtakım insani kalıntıları kavramasını sağladığını düşünen doğuştan gelen kolektif bir bilinç altı teorisini savunmuştur.

Bir bakıma sürrealistler bu kayıp, herhangi bir mantık çerçevesine sığmayan mitler ve semboller dünyasının izlerini aramışlardır. Dali, Ernst, Delvaux gibi ressamların takdir edilesi hırs ve tutkuları, Marc Chagall ve Giorgio de Chirico'nun ortak ruhları ve Breton, Elucard gibi şairlerin hırs ve tutkuların ötesine geçen yeni kavrayışları, onların böylesine iyi kaşifler olmasını sağlamıştır. Bu sanatçılar rasyonalizme, alışılagelmiş güzellik standartlarına karşı, yeni bir dünya arayarak 'tamamlanmış' ve özgür insan olma arayışına girmişlerdir ve sürrealizm yoğun olarak Fransa'da gelişmiş olsa da, birtakım özellikleri, sanatın çoğu alanında karakteristik hale gelmiştir.

Bir diğer tarafta, önceki paragraflarda da bahsettiğim bir diğer ekstrem olan Mondriaan'ın neo-plastisizmi karşımıza çıkmaktadır. Paul Klee'nin çalışmalarından da görebileceğimiz üzere abstrakt sanat lirik bir yapıda olabilir, fakat Mandriaan sanatında basitlik ve fonksiyonel düzenlilik ile karakterize edebileceğimiz katı bir form anlayışını benimser. Bu anlayış ekspresyonizmdeki gibi yıkıcı bir yapıda ya da sürrealizm gibi konformist olmayan bir şekilde var olmamaktadır. Mantıksal olarak aslında Mandriaan'ın sanatı kubizmin bir devamı niteliğindedir ve doğada bulunan basit formların abstrakt hale getirilmesi değil, saf geometrik formların kendi hallerinde yeni bir yapıya büründükleri kişisel, doğadan kurtulmuş mantıksal formların kullanılmasını içerir.

Genel olarak dünyaya baktığımız zaman, dünya artık modern sanatın sunduğu deneyimler ile daha büyüktür. Sürrealistler bilinç altının bilinmezliklerini ortaya çıkartmaya çalışırken Mondriaan basit renk ve geometrik şekillerin güzelliğini keşfetmiş, Miro tarih öncesi mağaralarda bulunan çizimlerden ilham alarak zamansız bir yapı kazanmış, Kandinsky çoğu insanın farkında olmayan yeni bir dünyayı uyandırmıştır. Buraya kadar insan 'bilinmeyen' rolünü oynamıştır ve yirminci yüzyılın büyük zihinsel macerası da burada başlar. Bunu anlamakla, aynı zamanda bu yeni dünyanın keşfiyle ortaya çıkan ileri görüşlülüğün, hevesliliğin ve aynı zamanda kaosun ve bilinmezlikten duyulan korkunun bir arada var olduğunu da anlamış oluruz.










 
 
 

Comments


©2021 by Baris Daghan.

bottom of page