top of page
Search

Ekspresif Yöntemler ve Müziği Dil Olarak Algılamak



Kandinsky, Composition 8, 1923

Kandinsky, Composition 8, 1923

Dışavurumculuk, 20. yüzyılda ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. Ana fikir olarak sanatçının sanat haricinde hiçbir kaygı gözetmeksizin iç dünyasını yansıtmasıdır. Ortaya çıktığı dönemin radikal bir şekilde değişen dünyasını ve buna ayak uydurmakta zorlanan sanatçılarını göz önüne alacak olursak, bu akımı ''elde olmayan bir tepki gösterme durumu'' olarak betimleyebiliriz.

Farklı ifade biçimlerine bir göz atalım :


Sıradan ve Müzikal İfade

İfade(express) dizisel anlam içerisinde, başkalarını kendi zihinsel durumumuzdan haberdar etme aktivitesi ve başkalarının zihinsel durumlarından haberdar olma biçimimizdir. Kısaca, ifadesel algı dediğimiz bu durum algılayıcı, farkına varan bir davranış ile ifadesel eylemleri yakalamaktır. Bir diğer husus da ifadesel algının insan zihninin ötesine geçip örneğin bir manzarayı yorumlarken ya da bir sanat eserini incelerken uygulanıyor olmasıdır. Bu iki durumda kullanılan betimleyici sözcüklerin bir farkı vardır. Sıradan ifadelerde birinin düşünceleri dışavurumsal davranışlar ile anlaşılırken, -vücut hareketleri ya da linguistik ifadelerle- objelere duygusal ifadeler atfederken(ya da sanat eserlerine), düşünceler direkt olarak açığa çıkmaz. Bu farklılık ifade ve ifadeli olmak arasındadır. (expression, being expressive) Dolayısıyla bir müzik eserinin hüznü ifade etmesi ile kendini dramatik bir durumda bulan birinin hislerini ifade etmesi farklı durumlar meydana getirecektir. Bunları söylemiş olmakla birlikte, hem sıradan ifadeler dediğimiz insani ifadeleri, hem de sanatsal ifadeleri ayrı ayrı anlamak bu noktada bize yardımcı olacaktır.




Mark Rothko, Untitled, 1959


Morton Feldman, Rothko Chapel,First Movement, 1991


Müzikal Dışavurumculuk

Genel bir tabir ile bir müziği takdir etmek müziğin ifadeselliğini kavrayışımıza bağlıdır. Aslında, müzik tarihindeki dışavurumculuğun müzisyenler tarafından ana etmen olarak aranmadığı dönemlerde bile, müziğin güçlü bir şekilde duyguyla ilişkili olması en az Pisagor Hesabı kadar eskidir. Bu müzik disiplini içerisindeki dışavurumculuğun belirgin yeri aynı zamanda birçok felsefi yansımayı da beraberinde getirmiştir. Bu felsefi problemler cansız bir obje olarak algılanan müziğin ''iyi sıraya dizilmiş sesler'' olarak ifade edilmesine ve ''Dışavurumcu bir eseri deneyimlemek nasıl bir his?'' gibi sorulara yol açmıştır.

Örneğin Scruton (1997), dışavurumsal yüklemlerin, duygusal terimlerle ifade ettiğimiz müzikal özelliklerin metaforik olarak kısaltmaları olduğunu savunmuştur. Bir başka yaklaşım ise dinleyicilerin müzikal dışavurumu aslında ''müzikal bir persona'' olarak hayal ettikleridir. (Levinson, 1996) Fakat bu ve bunun gibi fikirlerin hiç birinde bir anlaşmaya varılmış değildir.

Sıradan ve Müzikal İfadeler

Görüldüğü gibi müzikal dışavurum problemi birçok farklı şekilde karakterize edilmiş ve farklı şekillerde açıklanmıştır. Bazıları bir müzikal deneyimi neyin dışavurumcu yaptığını açıklamayı amaçlarken, bazıları da bu deneyimin fenomenolojisini açıklığa kavuşturmamız ve başka konulardan ilişkiler aramamamız gerektiğini düşünmüşlerdir. Metaforik yaklaşımı savunanlar dışındaki görüşlerin büyük bölümü sıradan ve sanatsal ifadeleri tanımlarken kullanılan ifadelerin benzer olması gerektiği konusunda hemfikir olmaktadırlar.


Dışavurum ve Toplum

Görülmektedir ki, , doğal ya da sıradan ifadeler adını verdiğimiz şey, aslında belli bir kültür içerisinde büyümenin sonuçlarıdır sadece. Kısaca, belli bir kültüre maruz kaldıkça, içerisinde büyüdüğümüz kültüre bağlı dışavuran varlıklar olarak büyürüz. Hepimiz ağlarız ve güleriz fakat bu ifadelerin ne şekillerde gerçekleştiği büyüdüğümüz kültürden edindiğimiz çeşitli davranışlara bağlıdır. Bunu söylemekle, sıradan ifade, dışavurumsal repertuvarımıza neler kattığımızla sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Bu ifadesel repertuvarı bazı dilsel ve bedensel ifadeler kazanarak, müzik ile iç içe büyüyerek, fotoğraflar, dans vb. yolu ile kazanırız. Özellikle çocuk yaşlarda bu iki ifadesel kazanım hem ailemizin duyguları belirten davranışlarından, hem de hemen hemen her şeyle ilgili olan şarkılardan sağlanır. (ninniler, çocuk şarkıları vb.) Aynı zamanda dikkat edilirse, çocuklar için olan tüm oyuncakların, filmlerin ve müziklerin hep abartılı dışavurumcu örnekler ile dolu olduğu görülebilir.

Elbette, bu bahsettiğimiz dışsal etmenlerden ne kadar etkilenildiği, kişinin bu etmenlere ne kadar maruz kaldığı ile doğru orantılıdır. Bu konuda, Wittgenstein'ın kayda değer çalışmaları vardır. Ona göre dışavurumu hem sıradan hem de müzikal olarak anlamak için, bir topluluk içerisinde belirli bir kazanım ve haşır neşir olma seviyesine erişmiş olmak gereklidir. Örneğin, müziğin bazı ifadesel özellikleri -örneğin ritim- paylaşılan ortak bir dile ait olabilir. Ya da performans sırasındaki bazı hareketler, bir kültüre ait tavırlar olabilir. Wittgenstein sık sık, görünüş algısı adını verdiğimiz olgunun algımız açısından hem sıradan hem de müzikal ifadeciliğe dahil olduğunu açıklar. Aynı zamanda Wittgenstein, üzgün bir yüzü algılama ve bir müziğin üzgün olması fenomenlerini yargılayıcı bir bakış açısıyla bakmamız ile fark ettiğimizi vurgular. Dolayısıyla, örneğin bir yüz ifadesi, genel bağlamda bir müziğin dışavurumcu yönüne katkı sağlayabilir.


Ligeti, Artikulation,1958


Müzik ve Dil

Burada değinmek istediğim nokta müzik ve dil başlığı altında tartışabileceğimiz müzikal ifadenin sıradan ifadeye bağlı olması gerektiğini savunan görüşün reddedilmesidir. Eğer bu göz önünde bulundurmalar ikna edici ise, ayrıca söylenmesi gereklidir ki, müziğin içinde barındırdığı dışavurumcu karakter her nasılsa bir dil şeklinde deneyimlendiği zaman, ya da içerisinde linguistik ögeler barındırdığı göz önüne alınırsa, bu yazıda altını çizdiğim noktayı baltalamış olmayacaktır. Sıradan ifadeler ve müzikal dışavurumculuk paralel ilerleyen iki nokta halinde varlıklarını sürdürürler.

Müzik ve dil hakkında, hem bu ilişkiye karşı, hem de destekleyici birçok görüş ortaya atılmıştır. Bu ilişkiye karşı çıkan görüşlerin çoğunluğunun müziğin duyguları anlatmakta bir dil olduğunu, onun anlamsal içerik barındırmadığı şeklinde eleştirerek karşı çıkmakta oldukları göze çarpmaktadır. Ancak, müziğin sözdilimsel özelliklerinin dünyada çok daha geniş bir kitle tarafından bilindiği ve müzikal algılamanın sık sık başka konuları bünyesine dahil edildiği az çok bilinen bir gerçektir. Şimdi, anlamsal içerik her ne kadar müziği konuşulan bir dil gibi bir şeyler söylemekten mahrum bıraksa da, sözdizisel alakalarının yardımı ile, müziğin ifadesel bir karakter barındırması durumu hala keşfedilebilir durmaktadır

Bu noktada şu sorulara cevap vermemiz gerekmektedir : Müziğin ve dilin ifadesel özellikleri bir noktada kesişiyorlar mıdır? Eğer öyleyse, müzik bunu dilin ifadesel özelliğini taklit ederek mi elde etmektedir? Ya da müzik sözlü ifadesel yöntemleri kullanmaksızın dışavurumcu olabilir mi? Bu sorulara bir cevap bulabilmemiz için en azından müzik ve dil arasındaki benzerlikleri anlamamız gerekmektedir. İkinci olarak da bu benzerliğin müziğin ifadeselliğini deneyimlerken bu deneyimin dilin ifadeselliğine mi bağımlı olduğunu anlamamız gerekmektedir. Bir kez daha bu noktada Wittgenstein'ın müziği anlamak konusundaki yansımalarına bakmak faydalı olacaktır. Wittgenstein sık sık müzikal bir phrase ile bir önerme'yi anlamayı karşılaştırmıştır. Kendisinden alıntı yapacak olursak ''Bir müzikal cümleyi anlamak aynı zamanda bir dili anlamaktır.'' Ya da benzer olarak '' Müzikal fikirler belirli bir anlam önermesi içerisindedirler. Mantık doğasının bilinmesi aynı zamanda müziğin doğasının bilinmesine yol açacaktır.''

Bu konuda müziği anlamada tıpkı bir dili anlamada olduğu gibi belli başlı gramer ve yapısal algıların farkedilmesinin de söz konusu olduğunu belirtmeliyim. Burada belirli bir sırayla dizilmiş ve birlikte bir anlam ifade eden kelimelerin ve mantıklı bir sıraya dizilmiş seslerin müziği oluşturmadaki benzerliğini de fark etmekte fayda vardır. Dolayısıyla, Wittgenstein gramer ve mantıksal olarak müziğin ve dilin benzerliklerini belirtirken, aynı zamanda dili ve müziği deneyimleyen kişilerin algısal olarak ikisini de benzer şekillerde deneyimlediğini göstermektedir. Benzer gramer yapıları ya da benzer dışsal hareketler müzik ve dili algılarken söz konusu olurlar.

Bu benzerlikleri göz önüne alarak, müzikal ifadeciliğin linguistik ifadeciliğe mi bağlı olduğu, yoksa aralarında daha dengeli bir ilişkinin mi kurulması gerektiği sorusunu sorabiliriz. Öyle görünüyor ki, Wittgenstein'cı görüşü benimseyerek müziğin dışavurumculuğunu, sanki bir dilmiş gibi algılamakta bir sorun görmemekteyim.















 
 
 

Comments


©2021 by Baris Daghan.

bottom of page