Eleştirel Hayal Gücü ve Atonalite
- Barış Dağhan
- Mar 6, 2023
- 3 min read
Kendisinin ‘’Drei Klavierstücke’’ (op.11) ile ilk atonal eserlerini yazdığı döneme denk gelen 1909 yılında Ferruccio Busoni’ye yazdığı bir mektupta Schoenberg, sözü geçen tarihteki kompozisyonlarını ‘’belirli bir inanç gerektiren çalışmalar’’ olarak tarif ediyordu. Aynı zamanda bu kompozisyonlar kendisi açısından ‘’saf bir hayal gücü’’nün (pure imagination) ürünleriydi ve bu eserler hakkında ilk bakışta acele bir karara varılmaması, daha çok zaman içinde sindirilmesi ve anlamaya çalışılması gereken çalışmalardı. 1909 yılındaki bu mektupta Schoenberg, aslında bir yıldır üzerinde çalıştığı yeni müziğin genel özellikleri hakkında da bazı açıklamalar yapıyordu. Bu yeni müzik ‘’saf hayal gücü’’ ile ortaya çıkmış ve aynı zamanda onun güzelliğini takdir etmeniz için sizden belirli bir çaba sarfetmenizi beklemekteydi.
Aslında Schoenberg’in kendisi bu müzik için bir isim zikretmemiş olsa da, başkaları ona ‘’atonal’’ demeyi uygun görmüşlerdi. Bu terim yeni müziğin belirli bir ton merkezi etrafında yazılmamış olduğuna işaret ediyordu. Fakat bu müziğe yalnızca atonal demek, bir bakıma onun diğer belirleyici özelliklerine haksızlık etmekti. Çünkü Schoenberg’in Busoni’ye yazdığı mektuplarda da vurguladığı gibi bu yeni müzik, ortaya çıktığı zamandaki diğer tüm müziklerden (Debussy, Reger ya da Strauss’u örnek vermek gerekirse) armonik, melodik, tematik ve ritmik olarak farklılıklar taşımaktaydı.
Busoni’ye yazdığı bu mektuplardan sonraki yaklaşık on dört yıllık bir periyotta Schoenberg, yarattığı yeni stilin sınırları üzerine tekrar tekrar düşündü ve üretmeye devam etti. 1923 yılına gelindiğinde artık kendisinin müziği 1909’daki ile çok az ortak noktaya sahip gibi görünmektedir. On Dört yıllık bu dönemde yeni müziğin sınırlarının ne kadar genişleyebileceğini merak eden Schoenberg’in müziği artık daha olgunlaşmış ve kendini hiç olmadığı kadar ciddiye alan bir hale bürünmüştü. Kendisi hala 1909 yılındaki aynı yaratıcı güç ile çalışmaya devam ediyordu ve ortaya çıkan sonuç da ‘’on iki ton’’ dediğimiz yeni bir olguya dönüşmüş durumdaydı.
Schoenberg’in ürettiği dönemde eserlerini sanat tarihi bakımından eleştiren yazarlar, genellikle bahsi geçen eserlerin ‘zamanının gerekli bir dışavurumu’ ya da dünyanın içindeki bulunduğu duruma atıfta bulunarak eserlerin bu duruma doğal bir tepki olduğunu belirtmişlerdir. 1928’de Kurt Westphal, atonalitenin kendisinin de aslında dönemin müzikal ‘identity crisis’ına cevap olan Debussy’nin ‘Nonfunctional Harmony’sinin bir ürünü olduğunu ileri sürmüştür. Diğer taraftan Hans Mersmann, müzikteki atonal gelişimin izole ya da kişisel bir gelişimden öte bunun yüzyılın başlarında tüm dünyada hissedilen geniş çaplı bir devrimin bir parçası olduğunu savunmuştur. ‘Onun (Schoenberg) boğuştuğu şey aslında tüm bir neslin problemiydi. Tüm Avrupa’da bütün bir nesil aynı problem ile cebelleşiyordu ve bu müzikte bu neslin spiritüel lideri Schoenberg’ti.’
Tüm bu fikirlerin diğer yüzüne bakacak olursak, 20.yüzyılın bazı sanat eleştirmenleri atonal müziğin aslında bestecinin kişisel anksiyete ve travmalarının bir dışa vurumu olduğunu savunmuş, bu durumun gerekçesi olarak da Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası dünyanın içinde bulunduğu büyük depresyon durumunu ileri sürmüşlerdir. Örneğin Theodor W. Adorno, atonalite ve dejenere kapitalist toplumların çıkış noktalarını birbirine benzetmiştir. Adorno’nun görüşüne göre Schoenberg’in müziği, amacını ve anlamını yitirmiş dünyanın toplumlarla yarattığı hisler üzerine filizlenmiştir. Kendisi aynı zamanda bu müziğin örneğin Debussy’nin müziği gibi müzik tarihinde gerçekleşen zaman içindeki gelişme ve olgunlaşma sonucu ortaya çıktığını da reddetmektedir. Ona göre Schoenberg’in müziği tarihsel müzikal gelişimi kırar ve şaşırtıcı bir şekilde kendini ondan soyutlar. Adeta tutkusuz ve hedonistik popüler zevklere savaş açar bir şekilde.
Schoenberg’in atonal eserleri hakkındaki, üretildikleri dönemde yapılan görüşlerden hiç süphesiz en aydınlatıcı olanları bestecinin kendisinin yaptıklarıdır. Zamanla ‘Style and Idea’ kitabına dönüşecek olan bestecinin kişisel görüşleri, kimi zaman kendisiyle çelişen, çoğu zaman aydınlatılmaya gerek duyan bir yapıdadırlar. Kitapları incelendiğinde görülecektir ki, bestecinin bahsettiği fikirler aynı zamanda yazdığı eserlerine uyguladığı fikirlerden başka bir şey değildir. Örneğin 1910 ve 1911 yılları arasında yazılan ‘Harmonielehre’ye bakacak olursak; ilginç bir şekilde bu kitabın aslında Tonal müzik ile ilgili yazılmış olduğunu görebiliriz. Harmonielehre’nin son bölümünde ayrıca Schoenberg: ‘’bir sanatçının yaratıcı faaliyetleri içgüdüseldir ve bilincin onun üzerinde çok az bir etkisi vardır.’’ şeklinde bir açıklama yapar. Bu açıklama sanatçının tam da aslında bu kitabı yazarken kendi müziğiyle ilgili yaptığı deneyleri özetler.(stream of consciousness ve artistic instinct)
Comments